5.11.09

Tarihî Roman: Eşhebin Pençesinde (bölüm 1)

Eşhebin Pençesinde

Bestseller "Çamlıcalı İskender Destanı"nın yazarından!

İnanılır gibi değil! Resmen götümüz düştü! (NY Times)
Çok sıkıcı. B Planı yok... (Hıncal Uluç)
Yazavın şahesevi! (Aziz Yıldıvım)


Tekmili Birden 4-5 Kısım!

__________________BÖLÜM #1__________________


Yazların şimdiki gibi taa Ekim sonuna kadar sürmediği, Eylül'de 35 derece sıcakta kedi götü kadar ter damlalarıyla atletimizi fanilamızı ıslatmadığımız zamanlardı. Küçüktük. Yaşça küçüktük; başça bildiğin geri zekalıydık. Saatlerce top oynamak, eve dönünce cam şişeli SEK sütün yarısını anne zoruyla içmek, ütülen dobi misket sayısıyla övünmek, top yapılmış çoparla odada fitbol oynamak gibi garipliklerin esiriydik. Fakat bazılarımız vardı ki, hayatın sillesini daha genç yaşta yemişlerdi. Sanayide eksozcuda çıraklık yapan çocuklardan bahsetmiyorum. Hiç tanımasan, "la herşeyi tam orrospu çocuğunun, komodoru bile var" diyeceğin çocuklar. Nedendir bilinmez, atalarımızın baht tabir ettiği bizim ise kader dediğimiz kahpe sistem, bu talihsizleri hedef seçmişti kendine... 

1996, Eylül 19. Atatürk'ü Anma, Zafer ve Çocuk Bayramı'nın okulların açılmasıyla aynı güne denk geldiği nadir yıllardandı. Klasik bir "okulun ilk günü" idi. Kamuoyunda hakim olan kanının aksine, bütün öğrenciler tatilin bitmesi nedeniylen mutsuzdular. Kimse arkadaşlarına tekrar kavuşmak hele hele o hocayı görmek felan istemiyordu. Daha önce 4 kez okulun ilk günü travmasını yaşamış Eskişehir Millizafer İlkokulu 5-D sınıfı öğrencileri için durum bu kez farklıydı. Öğrenciler biraz mutsuzdular evet, ama daha çok mehmum ve bir parça da meşduh idiler.



Millizafer İlkokulu

Sınıfın en arkasında, sağ arka köşedeki sırada, boyu posu maşallah dağdeviren tabir edilebilecek irilikte, kirli sakallı bir oğlan çocuğu, tek başına oturmaktaydı. Durum 3 açıdan garipti. Bir; o yıllarda ilkokul sıralarına 3 kişi yan yana oturtulurdu; bu pezevenk kim bilir kimin oğluydu da torpil geçmişlerdi. İki, ilkokul 5'e giden ortalama bir türk uşağından yaklaşık 3-5 yaş büyüktü bu genç irisi. Üç; bu iri kıyım oğlanın sınıfın geri kalanı üstünde fiziksel terör estirmesini engelleyebilecek kudretteki tek isim olan Osman, geç de olsa sünnet olduğu için okulun ilk 3 haftasını kaçıracaktı. Dedesinin sikini yanlışlıkla gören Boğaziçi sosyoloji bölümü birinci sınıf öğrencisi kızın sahip olduğu şaşkınlık ve sessizlik perdesinin bir benzeri zuhur etmekteydi 5-D sınıfında. Bu sessizliği yırtan ise ufak boylu, çingen uşağı tipli, ne dediği zor anlaşılan minik Hacı'nın korkuyla karışık heyecanlı haykırışları olmuştu: "Cünêyd abi? Cünêyd Gazi, sen misin?!"

******

1993 kışı, son ellı yılın en çetiniydi belki de. Kar kalınlığı Uludağ'da 10 metreyi, Eskişehir Vişnelik mahallesi şehitlik kavşağında ise 20 cm'yi geçmişti. Çocuklar belki de bunun tadını çıkaran yegane kişilerdi. Kâh kırmızı ışıklarda duran camı az açık taksilerin içine içine jilet konmuş kartoplarını atarak, kâh kaldırımlardaki yangın söndürme/itfaiye musluklarının üzerini kar kaplamak suretiyle kardanadam görüntüsü verip ilk tekmeyi basanın ayağının kırılmasına zemin hazırlayarak; masumane çocukluklarını yaşıyorlardı işte. Televizyonda ise tandırkets ve tusubasa fırtınası esmekteydi. 


Yaz aylarında tusubasayı izleyip gaza glen minimini yavrular, sokakta dop oynayarak içlerindeki enerji fazlasını boşaltabiliyorlardı. Fakat kışın, -75 dereceye varan soğuklar bunu imkansız kılmıştı. Minik zeki yavrularımız buna çözümü kolayca buluvermişlerdi. Thundercats izleyip gaza geliyor, okulda o gazla üst sınıflarla gavga ediyor, sopa yedikten sonra daha da artan enerji patlaması ihtiyacını ise Vişnelik atari salonunda atıyorlardı.



Dönemin Teletabileri diyebileceğimiz tandırkets

Vişnelik Atari salonu, 9-13 yaş arası aktivist kuşağın sosyalleşme ve siyasi teori üretme merkeziydi. Okuldan sonra, yahut okulu asıp uzun saatler boyu sitrit faytır, mortal kombat, mustafa ve bazı üstün grafik tasarıma sahip sanal gerçeklik sistemleri oynanırdı bu salonda. Jeton atıp yana giren boyacı çocuklar, "Beş dakkalığına ver, bu adamı geçip geri vereyim sana" diyip oyunu bitirene kadar sizi makineye dokandırtmayan abiler... Bunlar vahşı atari salonlarındaki gerilla yaşamının gerçekleri olarak kanıksanmıştı çoktan. Yalnız, son aylarda, Ken'in Ryu'nun -yaygın kanının aksine- öğrencisi değil de büyük abisi olduğunu iddia eden bir takım kanı bozuklar türemişti. Sitritfaytır oyunun kıralının ve has adamının Ryu olduğundan habersiz bu Ken hayranı gençler, gruplar halinde salonlara dalıyor ve Ryu ile oynayan çocukların taşaklarını sıkarak onlara Burak Kut'un senfosik eseri Bebeğim'i söylettiriyorlar, hakaretler ediyorlardı. Kollarına, üstünde kamalı saç figürü olan pazübantlar takan bu Ken yanlısı paramiliter kuvvete Kenjugend adı verilmişti. Günde 5 posta sikişip her ay 7 yavru doğuran sevimli tavşanlar gibi adeta geometrik hızla çoğalan bu kuvvetler, Vişnelik Atari salonuna da el attıklarında, tarihin kara sayfalarından birini içeren o uğursuz kitabın ilk cildi yazılmaya çoktan başlamıştı bile. 



Kardeş kavgası :(

Bir dönem gençlerinin, Gozluspor lokalinden sonraki favori mekanı olan Vişnelik atari salonunda kavgalar artık dinmek bilmiyordu. Kardeşi kardeşe düşüren, etle tırnağı ayırmak isteyen bu kanlı, kanlı olduğu kadar da saçma olaylar zincirinin arkasında karanlık güçlerin olabileceği o zaman kimsenin aklına gelmemişti. Vahşetin, akılsızlığın, adamsendeciliğin bayrak taşıyanı kabul edilen Ken yanlısı kızıl Kenjugend mensubu gençler sadece birer kuklaydılar aslında. Onları kullanarak Vişnelik mahallesinin huzurunu kaçırmak isteyen, kaçan huzu bahane göstererek yapacakları hinliklerle kadim şeytani planlarını gerçekleştirmek isteyenler vardı. O yıllarda, ünlü tarihçi Murat Bardakçıyan dahil olmak üzere herkes, Teşkilat-ı Mahsusa'nın tarih sahnesinden çoktan silindiğini düşünüyordu. Fakat yanılıyorlardı ve bu yanılgı milyonlarca cana mal olacaktı....

....devamı bugün-yarın gazeteniz kulepiçinde.

Hiç yorum yok: